REFORM I don't think it can be done. In part because of the human tendency, for most people, there are exceptions, to take the path of least resistance. They'll take the easy way out, and giving up your car, your television set, your electricity, is not the path of least resistance for most people. As I see it, I don't think there is any controlled or planned way in which we can dismantle the industrial system. I think that the only way we will get rid of it is if it breaks down and collapses ... The big problem is that people don't believe a revolution is possible, and it is not possible precisely because they do not believe it is possible. To a large extent I think the eco-anarchist movement is accomplishing a great deal, but I think they could do it better... The real revolutionaries should separate themselves from the reformers… And I think that it would be good if a conscious effort was being made to get as many people as possible introduced to the wilderness. In a general way, I think what has to be done is not to try and convince or persuade the majority of people that we are right, as much as try to increase tensions in society to the point where things start to break down. To create a situation where people get uncomfortable enough that they’re going to rebel. So the question is how do you increase those tensions?
12 Nisan 2009 Pazar
9 Mart 2009 Pazartesi
DİĞERLERİ ADINA KONUŞMANIN YAKIŞIKSIZLIĞI*
Entelektüelin kendini politik bağlayışı
--Burjuva toplumu içinde kapitalist üretim sistemi içinde ve bu sistemin ürettiği ve dayattığı ideoloji içinde konumu
--Özel bir hakikati görünür kılma, kuşku duyulmadan alınan politik ilişkileri ortaya dökmeyi becerme düzeyince kendine özgü söylemi
1848den sonra, Komünden sonra, 1940tan sonra… Entelektüel, hakikati konuşma hakkı yasaklanmış olanlar adına, onu daha ancak görenlere hakikati söylüyordu; o vicdandı, hatipti, bilinçti.
Ortalık son kez birbirine girdiğinde, 1968 Mayısı, entelektüel kitlelerin artık bilgiyi edinmek için ona ihtiyaçları olmadığını keşfetti: onlar, mükemmelen biliyorlardı, hiç yanılsamadan; ondan çok daha iyi biliyorlardı ve kendilerini eksiksiz ifade edebiliyorlardı.
Ancak ortada bu söylemi tıkayan, engelleyen, geçersiz kılan bir güç sistemi var, kendini sadece apaçık sansür yetkisinde ortay koymakla kalmayan, aynı zamanda, bütün bir toplumsal ağ içine en derinlemesine ve en ince şekilde işleyen bir güç sistemi.
Entelektüelin rolü artık, ait olunan topluluğun boğulmuş hakikatini ifade etmek amacıyla kendini “öne ya da tarafa” yerleştirmek değil; daha çok onu “bilgi”, “hakikat”, “bilinç” ve “söylem” alanında nesne ve alet haline dönüştüren güç birimlerine karşı mücadele etmek.
Bu anlamda kuram kılgıyı ifade etmiyor, aktarmıyor, ya da onun kılgıya geçirilmesine hizmet etmiyor: kuram kılgının ta kendisi.
Kuram güce karşı bir mücadele, en görünmez ve en sinsi olduğu yerde onun ortaya çıkartılması ve altının kazılmasını amaçlayan bir mücadele. Bizim mücadelemiz “bilinci uyandırmak değil” (kitleler bilincin bir bilgi biçimi olduğunun bir süredir farkındalar; ve bilincin öznelliğe bir temel olarak alınması zaten burjuvazinin kendine biçtiği bir ayrıcalık), fakat gücü almak, takatini kesmek; bu mücadele, güç için çabalayanlarla yan yana gerçekleştirilen bir etkinlik, onların emniyetli bir mesafeden aydınlatılması değil. Bu “kuram” bu mücadelenin bölgesel sistemidir.
--Burjuva toplumu içinde kapitalist üretim sistemi içinde ve bu sistemin ürettiği ve dayattığı ideoloji içinde konumu
--Özel bir hakikati görünür kılma, kuşku duyulmadan alınan politik ilişkileri ortaya dökmeyi becerme düzeyince kendine özgü söylemi
1848den sonra, Komünden sonra, 1940tan sonra… Entelektüel, hakikati konuşma hakkı yasaklanmış olanlar adına, onu daha ancak görenlere hakikati söylüyordu; o vicdandı, hatipti, bilinçti.
Ortalık son kez birbirine girdiğinde, 1968 Mayısı, entelektüel kitlelerin artık bilgiyi edinmek için ona ihtiyaçları olmadığını keşfetti: onlar, mükemmelen biliyorlardı, hiç yanılsamadan; ondan çok daha iyi biliyorlardı ve kendilerini eksiksiz ifade edebiliyorlardı.
Ancak ortada bu söylemi tıkayan, engelleyen, geçersiz kılan bir güç sistemi var, kendini sadece apaçık sansür yetkisinde ortay koymakla kalmayan, aynı zamanda, bütün bir toplumsal ağ içine en derinlemesine ve en ince şekilde işleyen bir güç sistemi.
Entelektüelin rolü artık, ait olunan topluluğun boğulmuş hakikatini ifade etmek amacıyla kendini “öne ya da tarafa” yerleştirmek değil; daha çok onu “bilgi”, “hakikat”, “bilinç” ve “söylem” alanında nesne ve alet haline dönüştüren güç birimlerine karşı mücadele etmek.
Bu anlamda kuram kılgıyı ifade etmiyor, aktarmıyor, ya da onun kılgıya geçirilmesine hizmet etmiyor: kuram kılgının ta kendisi.
Kuram güce karşı bir mücadele, en görünmez ve en sinsi olduğu yerde onun ortaya çıkartılması ve altının kazılmasını amaçlayan bir mücadele. Bizim mücadelemiz “bilinci uyandırmak değil” (kitleler bilincin bir bilgi biçimi olduğunun bir süredir farkındalar; ve bilincin öznelliğe bir temel olarak alınması zaten burjuvazinin kendine biçtiği bir ayrıcalık), fakat gücü almak, takatini kesmek; bu mücadele, güç için çabalayanlarla yan yana gerçekleştirilen bir etkinlik, onların emniyetli bir mesafeden aydınlatılması değil. Bu “kuram” bu mücadelenin bölgesel sistemidir.
*Entellektüeller ve Güç, Foucoult ve Deleuze Arasında bir Konuşma, Bu metin Foucaultya ait, Başlık Deleuzeün konuşmasından bir ifade.
7 Mart 2009 Cumartesi
http://larvalsubjects.wordpress.com/
Larvae are creatures in a process of becoming or development that have not yet actualized themselves in a specific form. This space is a space for the incubation of philosophical larvae that are yet without determinate positions or commitments but which are in a process of unfolding.
CHESS&GO / HIERARCHIES&NETWORKS / HOW TO DESTROY AN ENTIRE CONSTELLATION
Let us take a limited example and compare the war machine and the State apparatus in the context of the theory of games. let us take chess and Go, from the standpoint of the game pieces, the relations between the pieces and the space involved. Chess is a game of State, or of the court: the emperor of China played it. Chess pieces are coded; they have an internal nature and intrinsic properties from which their movements, situations, and confrontations derive. They have qualities; a knight remains a knight, a pawn a pawn, a bishop a bishop. Each is like a subject of the statement endowed with a relative power, and these relative powers combine in a subject of enunciation, that is, the chess player or the game’s form of interiority. Go pieces, in contrast, are pellets, disks, simple arithmetic units, and have only an anonymous, collective, or third-person function: ‘It’ makes a move. ‘It’ could be a man, a woman, a louse, an elephant. Go pieces are elements of a nonsubjectified machine assemblage with no intrinsic properties, only situational ones. Thus the relations are very different in the two cases. Within their milieu of interiority, chess pieces entertain biunivocal relations with one another, and with the adversary’s pieces: their functioning is structural. On the other hand, a Go piece has only a milieu of exteriority, or extrinsic relations with nebulas or constellations as bordering, encircling, shattering. All by itself, a Go piece can destroy an entire constellation synchronically; a chess piece cannot (or can do so diachronically only. (A Thousand Plateaus, 352)
2 Mart 2009 Pazartesi
What is it that moves over the body of a society? It is always flows, and a person is always a cutting off [coupure] of a flow. A person is always a point of departure for the production of a flow, a point of destination for the reception of a flow, a flow of any kind; or, better yet, an interception of many flows.
BLOGU TAKİP EDEN KOOLHAAS ELEŞTİRİLERE YANIT VERİYOR . . .
“Faaliyetlerimizin hiçbir zaman “değişim yaratacağını” düşünmedim. Ben her şeyin mimarlığın temel değerleriyle derin bir karşıtlık oluşturacak şekilde değişmesiyle ilgileniyorum. Görünürdeki başarısına rağmen, bence “Mimarlık” tehlike altındaki bir marka, ben onu yeniden konumlandırmaya çalışıyorum. Faaliyetimizin (neredeyse masum diyeceğim temelinde), biçimsel olan ile, toplumsal olan arasında makul bir ilişkiyi yeniden icat etme arzusu yatıyor ve bu temelin, benim kinik olduğum, eleştirellikten yoksun olduğum varsayımıyla, kurulu düzene verdiğimiz tavizlerle görünmez kılınması benim açımdan son derece ironik…”
Assamblage s. 50 11 Eylülden sonra “her şey” bir kez daha değişti.”biçimsel olan ile toplumsal olan” arasındaki ilişkiyi, savunmaya yönelik olmayan yollarla yeniden icat etme işinde en büyük görev bunu yapabilecek olan tasarımcılara düşüyor
Assamblage s. 50 11 Eylülden sonra “her şey” bir kez daha değişti.”biçimsel olan ile toplumsal olan” arasındaki ilişkiyi, savunmaya yönelik olmayan yollarla yeniden icat etme işinde en büyük görev bunu yapabilecek olan tasarımcılara düşüyor
HAL FOSTER BİR ANALİZLE ARAYA GİRİYOR . . .
“… Koolhaas da, diğer kıtalardaki çalışmalarına rağmen, bugün bu Avrupalı modernisti temsil ediyor olabilir. Delirious New York’ta, Le Corbusier ile Dali’yi düşman ikizler olarak karşı karşıya koymuştu, örtük amacı da ikisini barıştırmaktı. – usta mimar şehirci Corbusier- “eleştirel paranoyak” sanatçı tahlilci Dali. Yalnızca biri rasyonalist, diğeri irrasyonalist iki karşıt avangardı değil, modernite içerisindeki farklı projeleri de uzlaştırmak gerek – Marx ve Freud’la ilişkili, toplumsal dönüşüm ve öznel özgürleşme projelerini. İkinci dünya savaşı sonrasında bazı avangardlar bu tür bir uzlaştırmayı misyon edindi. Hedefleri Modernleşme diyalektiğini, bu projeleri gelecekte de ayakta tutacak bir tarzda kullanmaktı. “
Hal Foster / Tasarım ve Suç s. 82
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)