12 Nisan 2009 Pazar

TED KACZYNSKI

REFORM I don't think it can be done. In part because of the human tendency, for most people, there are exceptions, to take the path of least resistance. They'll take the easy way out, and giving up your car, your television set, your electricity, is not the path of least resistance for most people. As I see it, I don't think there is any controlled or planned way in which we can dismantle the industrial system. I think that the only way we will get rid of it is if it breaks down and collapses ... The big problem is that people don't believe a revolution is possible, and it is not possible precisely because they do not believe it is possible. To a large extent I think the eco-anarchist movement is accomplishing a great deal, but I think they could do it better... The real revolutionaries should separate themselves from the reformers… And I think that it would be good if a conscious effort was being made to get as many people as possible introduced to the wilderness. In a general way, I think what has to be done is not to try and convince or persuade the majority of people that we are right, as much as try to increase tensions in society to the point where things start to break down. To create a situation where people get uncomfortable enough that they’re going to rebel. So the question is how do you increase those tensions?

9 Mart 2009 Pazartesi

DİĞERLERİ ADINA KONUŞMANIN YAKIŞIKSIZLIĞI*

Entelektüelin kendini politik bağlayışı
--Burjuva toplumu içinde kapitalist üretim sistemi içinde ve bu sistemin ürettiği ve dayattığı ideoloji içinde konumu
--Özel bir hakikati görünür kılma, kuşku duyulmadan alınan politik ilişkileri ortaya dökmeyi becerme düzeyince kendine özgü söylemi

1848den sonra, Komünden sonra, 1940tan sonra… Entelektüel, hakikati konuşma hakkı yasaklanmış olanlar adına, onu daha ancak görenlere hakikati söylüyordu; o vicdandı, hatipti, bilinçti.

Ortalık son kez birbirine girdiğinde, 1968 Mayısı, entelektüel kitlelerin artık bilgiyi edinmek için ona ihtiyaçları olmadığını keşfetti: onlar, mükemmelen biliyorlardı, hiç yanılsamadan; ondan çok daha iyi biliyorlardı ve kendilerini eksiksiz ifade edebiliyorlardı.

Ancak ortada bu söylemi tıkayan, engelleyen, geçersiz kılan bir güç sistemi var, kendini sadece apaçık sansür yetkisinde ortay koymakla kalmayan, aynı zamanda, bütün bir toplumsal ağ içine en derinlemesine ve en ince şekilde işleyen bir güç sistemi.


Entelektüelin rolü artık, ait olunan topluluğun boğulmuş hakikatini ifade etmek amacıyla kendini “öne ya da tarafa” yerleştirmek değil; daha çok onu “bilgi”, “hakikat”, “bilinç” ve “söylem” alanında nesne ve alet haline dönüştüren güç birimlerine karşı mücadele etmek.

Bu anlamda kuram kılgıyı ifade etmiyor, aktarmıyor, ya da onun kılgıya geçirilmesine hizmet etmiyor: kuram kılgının ta kendisi.

Kuram güce karşı bir mücadele, en görünmez ve en sinsi olduğu yerde onun ortaya çıkartılması ve altının kazılmasını amaçlayan bir mücadele. Bizim mücadelemiz “bilinci uyandırmak değil” (kitleler bilincin bir bilgi biçimi olduğunun bir süredir farkındalar; ve bilincin öznelliğe bir temel olarak alınması zaten burjuvazinin kendine biçtiği bir ayrıcalık), fakat gücü almak, takatini kesmek; bu mücadele, güç için çabalayanlarla yan yana gerçekleştirilen bir etkinlik, onların emniyetli bir mesafeden aydınlatılması değil. Bu “kuram” bu mücadelenin bölgesel sistemidir.
*Entellektüeller ve Güç, Foucoult ve Deleuze Arasında bir Konuşma, Bu metin Foucaultya ait, Başlık Deleuzeün konuşmasından bir ifade.

7 Mart 2009 Cumartesi

http://larvalsubjects.wordpress.com/

Larvae are creatures in a process of becoming or development that have not yet actualized themselves in a specific form. This space is a space for the incubation of philosophical larvae that are yet without determinate positions or commitments but which are in a process of unfolding.

CHESS&GO / HIERARCHIES&NETWORKS / HOW TO DESTROY AN ENTIRE CONSTELLATION

Let us take a limited example and compare the war machine and the State apparatus in the context of the theory of games. let us take chess and Go, from the standpoint of the game pieces, the relations between the pieces and the space involved. Chess is a game of State, or of the court: the emperor of China played it. Chess pieces are coded; they have an internal nature and intrinsic properties from which their movements, situations, and confrontations derive. They have qualities; a knight remains a knight, a pawn a pawn, a bishop a bishop. Each is like a subject of the statement endowed with a relative power, and these relative powers combine in a subject of enunciation, that is, the chess player or the game’s form of interiority. Go pieces, in contrast, are pellets, disks, simple arithmetic units, and have only an anonymous, collective, or third-person function: ‘It’ makes a move. ‘It’ could be a man, a woman, a louse, an elephant. Go pieces are elements of a nonsubjectified machine assemblage with no intrinsic properties, only situational ones. Thus the relations are very different in the two cases. Within their milieu of interiority, chess pieces entertain biunivocal relations with one another, and with the adversary’s pieces: their functioning is structural. On the other hand, a Go piece has only a milieu of exteriority, or extrinsic relations with nebulas or constellations as bordering, encircling, shattering. All by itself, a Go piece can destroy an entire constellation synchronically; a chess piece cannot (or can do so diachronically only. (A Thousand Plateaus, 352)

2 Mart 2009 Pazartesi

What is it that moves over the body of a society? It is always flows, and a person is always a cutting off [coupure] of a flow. A person is always a point of departure for the production of a flow, a point of destination for the reception of a flow, a flow of any kind; or, better yet, an interception of many flows.

BLOGU TAKİP EDEN KOOLHAAS ELEŞTİRİLERE YANIT VERİYOR . . .

“Faaliyetlerimizin hiçbir zaman “değişim yaratacağını” düşünmedim. Ben her şeyin mimarlığın temel değerleriyle derin bir karşıtlık oluşturacak şekilde değişmesiyle ilgileniyorum. Görünürdeki başarısına rağmen, bence “Mimarlık” tehlike altındaki bir marka, ben onu yeniden konumlandırmaya çalışıyorum. Faaliyetimizin (neredeyse masum diyeceğim temelinde), biçimsel olan ile, toplumsal olan arasında makul bir ilişkiyi yeniden icat etme arzusu yatıyor ve bu temelin, benim kinik olduğum, eleştirellikten yoksun olduğum varsayımıyla, kurulu düzene verdiğimiz tavizlerle görünmez kılınması benim açımdan son derece ironik…”
Assamblage s. 50 11 Eylülden sonra “her şey” bir kez daha değişti.”biçimsel olan ile toplumsal olan” arasındaki ilişkiyi, savunmaya yönelik olmayan yollarla yeniden icat etme işinde en büyük görev bunu yapabilecek olan tasarımcılara düşüyor

HAL FOSTER BİR ANALİZLE ARAYA GİRİYOR . . .

“… Koolhaas da, diğer kıtalardaki çalışmalarına rağmen, bugün bu Avrupalı modernisti temsil ediyor olabilir. Delirious New York’ta, Le Corbusier ile Dali’yi düşman ikizler olarak karşı karşıya koymuştu, örtük amacı da ikisini barıştırmaktı. – usta mimar şehirci Corbusier- “eleştirel paranoyak” sanatçı tahlilci Dali. Yalnızca biri rasyonalist, diğeri irrasyonalist iki karşıt avangardı değil, modernite içerisindeki farklı projeleri de uzlaştırmak gerek – Marx ve Freud’la ilişkili, toplumsal dönüşüm ve öznel özgürleşme projelerini. İkinci dünya savaşı sonrasında bazı avangardlar bu tür bir uzlaştırmayı misyon edindi. Hedefleri Modernleşme diyalektiğini, bu projeleri gelecekte de ayakta tutacak bir tarzda kullanmaktı. “
Hal Foster / Tasarım ve Suç s. 82

26 Şubat 2009 Perşembe

HER DİSİPLİNE NÜFUZ ETMEK // METAFİZİK

" Metafor Olarak Mimari, Karatani'nin, Batı entellektüellerinin pratiklerini ta Platon zamanından beridir zımni olarak normalleştirmiş olan metafizik mekanizma ile yüzleşmek üzere başlattığı en kararlı girişimdir.... metafiziğin kapalı dünyasından kaçma, .. ama bunu yaparken de, örneğin Derrida'nın stratejisi gibi, kısıtlı bir alan içindeki özgül bir retoriğe güvenmeme girişimidir. Bu girişim her disipline nüfuz ederek kendini açan daha genel bir alanda icra edilir."
Akira Asada, Kojin Karatani'nin "Metafor Olarak Mimari" kitabı hakkında söyledikleri.

24 Şubat 2009 Salı


Arabaya binmeme eylemi yine kitlesel olmadıkça başarıya ulaşamayacak bir eylem olduğundan onu bir kenara bırakıyorum. Daha güncel basit bir örnek vereceğim.


İstanbuldaki piknik yapma kültürü, mangal kültürü 2006da Mine Kırıkkanatı çok rahatsız etmiş, sonra bu rahatsızlığını dile getirmenin en yanlış üslubunu seçtiği için köşe yazarlığından olmuştu. Bu üslubu da içinde yaşadığı ve savunduğu kültürün ayrımcı köklerinden almıştı. Kendi konut alanlarının çevresinde piknik yapma imkanı bulamayan, kendi kırsal köklerinden henüz daha kopamamış, ve şehirde kamusal alanda davranış pratiklerini inceltememiş bir köylü kentli kesimi, "duyarlı" bir kentli olarak dilediğimizce eleştirip karalayabiliriz, burun kıvırabiliriz…
Ama onlar hala aynı şekilde piknik yapmaya devam ederler. Ve daha radikal bir şekilde otobanda piknik yaparlar. Sesini duyurmanın ve neye ihtiyacın olduğunu anlatmanın daha çılgınca bir yolu var mı? Aslında eylem ya da ses duyurmak gibi bir dertleri de yok. Çok pratik bir sebep, sıkışık konut alanlarının içerisinde yeşil bir alan bulamıyorlar ve otobanın kenarında, saatte 100km giden arabalara karşı toz duman gürültü içinde piknik yapıyorlar…
Kent kültüründeki çelişki devam ediyor. Çünkü önce bu durumu tez yazan mimar fark ediyor 2003te, durumun önemini vurgulayan bir tez. Sonra 2005 civarı (yanlış olabilir yıl) piknik yapanların videoya çekildiği bienalde bir iş sergileniyor. Şimdi 2009 yılındayız ve hala otobanda değişen bir şey yok.
Demek istediğim şey çok basit. Her türlü disiplin kendi içinde bir takım farkındalıklar yaratsa da, projeler geliştirse de, somutta bir şey yapmadıkça hiçbir şey değişmiyor. Ama durum hiç de o kadar umutsuz değil. Çünkü bir şeyler yapabilen çok insan da var. Sadece seslerini çok yüksek bir şekilde duymuyoruz o kadar. Belki hala süren bir yanılgı olarak büyük hedefler, büyük eylemler, büyük anlatılar ve büyük teoriler peşinden koşmamız bizi başarısızlığa ve umutsuzluğa sürükleyen. Sadece kendimizi güvende hissetmek için hapsettiğimiz dünyamızdan – sanatçılar, akademisyenler ve genel olarak şikayetçiler- çıkıp gerçekten bir şeyler yapmaya yönelik küçük adımlar atabilmek ihtiyacımız olan. Melodi

Yine Koolhaasa dönücem...Koolhaasın temsil ettiği -düşünen, farkında olan fakat hala egosu tarafından yönetilen- kültürün hala egemen olması sadece farkında olmanın ve gerçekleri gözler önüne sermenin bir şeyleri değiştirmeye yetmediğinin göstergesi. Koolhaasın teorideki farkındalığına rağmen pratikteki ürettikleriyle bu sisteme en güzel yerinden eklemlenmesinin sebepleri neler? Sistemin dönüştürülemez olduğunun ve bir yerinden dahil olmak zorunda olduğumuzun bir kanıtı mı? Yoksa asıl saldırılması gerekenin kendini kanıtlamak isteyen, tatmin olmak isteyen birey, egosentrizimin ve narsizmin kökleri olduğunun mu? Bu köklerin edebiyatı Nietzscheyle sonra da analizi Foucaultyla ve bunları izleyen yüzlerce düşünceyle 20yyda yapıldı sanıyorum. Ama köklerin dönüştürülmesine dair bir pratik geliştirilemezse gerçek bir dönüşümden söz etmek imkansız hale geliyor. Burada yeni bir düşünceden bahsetmiyorum fakat farklı bir hedef kitlesi olan ve daha akıllıca yöntemler içerebilecek bir aktivist hareketin tasarlanması gerekliliğinden bahsediyorum. Atık tarlalarını dönüştürmeden önce içinde yaşadığımız ego kültürüyle beslenen gösteri toplumunu dönüştürmememiz gerek.

İnsanların hep karşı oldukları bir şeyler var, bütün gün kahvehanede muhabbetini yapıyorlar, sokağa çıkıp eylem yapıyorlar, tvde sürüp giden tartışmalar, basılan onlarca kitap.. Bu insanlar karşı oldukları şeyin tam olarak sebeplerini bilseler bile, ona yol açan kaynağa saldırmadıkları için etkili bir eylem gerçekleşmiyor. Ortadoğu ve araba meselesiyle ilgili olarak... orta doğuda bütün yüzyıl boyunca süregelmiş işgallere, savaşlara hepimiz karşıyız, fakat asıl bu savaşların sebebi olan petrolün önemini azaltmadan gerçekten bu savaşa karşı olabilir miyiz? En etkili ayaklanmayı da yapsak, en haklı kuramları da oluştursak, ciltlerce kitap yazsak eğer araba kullanma lüksümüzden vazgeçmezsek petrol hep önemli olmaya devam edecek ve tek petrol kaynağı orta doğuda işgal hep sürecek. Bir de mesela bu araba meselesinin kökleri çok başka bir boyutuyla yine mesleki pratiklerin öngörüsüzce yapılmsına dayanıyo. araba kullanımının bu kadar zorunlu olduğu yayılmış Amerikan kentleri bu şekilde tasarlanmasaydı, petrol Amerikalılar için bu kadar yaşamsal olmayacaktı ve 1920lerden beri Orta doğuda süregelen bu işgal olmayacaktı. Zamanı geri döndüremeyiz evet ama demek istediğim şey gündelik hayatımızdaki pratikleri çok iyi irdelememiz gerek. Sistemli bir şekilde bu pratiklerin dönüştürülmesi gerek. Melodi
ben de çok sevindim bu konunun açılmasına, çünkü galiba benim de tez konum bu olucak, tabi mimarlık pratiğinin sistemle girdiği ilişki biçimleri, onu dönüştürmesinin nasıl mümkün olabileceğiyle ilgili sorular soran. Bu konuyla ilgili sana bi film önermek istiyorum Manufactured Landscapes. Üretmenin, tüketmenin, büyümenin ve bir türlü doyamamanın, gittikçe genişleyen bir perspektifle anlatıldığı, izledikten sonra bir şey yapmamanın, ne yapabilirim diye düşünmemenin imkansız olduğu bir film, Yüzlerce işçinin yüzlerce üretim bandında çalışarak oluşturduğu tarlalardan, konteynırların oluşturduğu tarlalara, oradan çöplük tarlalarına, atık tarlalarına, sürekli büyüyerek sonlanmayan sürecini izliyorsun, bildiğin şeyler ma izlemek yine de heyecanlandırıyor ve harekete geçmek için insanı sarsıyor. Sürdürülebilirkle ilgili söylediklerine tamamen katılıyorum, ben Norman Fosterın yanında çalışıyodum 2 hafta öncesine kadar, bu adam sürdürülebilir mimarlık yaparak çok ünlü olmuş ve dünyanın en büyük mimarlık şirketinden birini kurmuş bi adam, 1500 tane çalışan mimarı vardı bütün dünyada ve aslında yaptığı şey güya sürdüleblirlik ilkeleriyle tasarlanmış gökdelenler tasarlmaktı. ironiye bakar mısın. sürdürülebilirlik gerçekten bir yalan, yani en azından şu anki ticari olarak uygulanan şekliyle. neyse ki ekonomik kriz geldi ve Foster küçülmek zorunda kaldı, 500 tane mimarını işten çıkardı, ben de dahil ve aslında çok iyi oldu, çünkü mastera başladım ve düşünme fırsatı buluyorum artık :)
eylemlerle ilgili bence derin bir araştırma yapılması gerek, her türü eylemin bir listesi yapılarak çevresine ne tür bir etkisi olduğunun haritasını çıkarmak gibi. bir eylem yapmak neyi değiştirebilir, kimler bundan etkilenebilir yada bir yazı yazmak, ya da bir kuram geliştirmek vs. "tabii bu kitlelerin nasil örgütlendigi de önemli, eskisi gibi kemiklesmis, dogmatik ve hiyerarsik yapilar mi yoksa daha cok aglar üzerinden isleyen, bireyin yaraticiligini ve insiyatifini öne çikaran, daha yeni eylem pratiklari mi?" evet bu soru çok kritik, gerçekten yeni eylem pratiklerinin oluşturulması gerek. ağların hiyeraşilerden üstünlüğü ve kendikendine örgütlenme metotlarının daha etkili olduğunu biraz Deleuze biraz De Landa, biraz Castells okumasıyla hepimiz kabullenebiliriz. diğer yandan mikropolitik eylemleri de küçümsememeliyiz bence, vicdan rahatlatmak olarak bakmıyorum aslında. sadece bizi besleyen bir ego kültürü var. bunun farkına varmak çok önemli. ve gerçekten mikro ölçekte bir farkındalık yaratmak, yada insanların en derin dürtülerini yoklayıp bunları değiştirmeye çalışmak çok zor fakat bunun yollarının araştırılması gerek. mesela kanada aktivizmin çok iyi uygulandığı bir yer ve insanların yaşam biçimlerine bu aktivizmi de yansıttığı bir toplum. incelenebilir. evet öteki okumalara yazabiliriz de, benim hotmailim kapandı, bir de hotmailin arayüzünde kötü anılarımız var sanıyorum, polemikler, saldırılar vs. bir blog açıp orada tartışabiliriz, bir takım resimlerle de destekleyebiliriz. Melodi






Sevgili Melodi,
Biraz önceki yazismamizda ayrimcilikla ilgili önerdigin bakis açisi aslinda katilmadigim bir sey degil gözlem olarak. yine de normatif olarak kabullenemedigim bir sey. kendimi yanlis anlatmis olmak istemem.
Burda verdigin örnekler gerçekten çok çarpici, üç degisik yasam tarzi ya da "yasam politikasi". Mimarlik mesleginin aslinda bahsettigin japon mimar Ban'in yaptigi gibi bir direnis haline getirilebilecegini hiç düsünmemistim açikçasi. Diger taraftan, Koolhas'in kendi iç çeliskilerini de aslinda oldukça anlasilir buluyorum. Evet, bir sekilde bilgiye ve beceriye sahip olan insanlarin bunlari iktidara dönüstürmesi, ve ekonomik güç saglamasi yasadigimiz dönemde çok normal geliyor bana. Ben böyle davranacagim için degil, ama özgürlükler maalesef çogu kez parayla satin alinabilir oldular -ya da hep öylediyler. Seyahet etmek ya da herhangi bir kar amaci tasimayan etkinlikle ugrasmak icin, sanatci-yazar-yaratici mimar vs olabilmek için para gerekiyor. En temel özgürlügümüz yaratmak olsa da, geçim derdine hapsedilmisiz yani. Bu söylediklerim aslinda çok banal seyler. Arundhati Roy'u çok severim, Küçük seylerin tanrisi'ni okudun mu? en sevdigim romanlardan biridir. Ama eylem biçimi tabii ki çok yetersiz.
Tüm eylem biçimleri yetersiz artik, dünyanin her kösesinde. Benim tam da tezimde calismak istedigim bu. Yeni eylem pratikleri nedir, yaraticiligin yeri nedir akivizmde ve yapici eylemler nasil örgütlenebilir gibi sorular soruyorum kendime. devrim-veya evrimin insanlarin önce kendi hayatlarinda baslamasi gerektigini söylüyorsun. buna bir açidan katiliyorum, ama bir açidan da çok tehlikeli buluyorum. aslinda evet, herkes bir yerden baslayabilir, ama senin de dedigin gibi, petrodolarlar akarken, bir kaç kisinin araba kullanmaktan vazgecmesi yine bir cesit ego tatmininden ileri gitmeyecektir. fakat binlerce kisinin boykotu alternatif enerjilerin kullanilmasina yönelik adimlar attirabilir. bir de su sürdürülebilir kalkinma teranesi var. benim sinirimi bozan, bu yöntemle, iyi niyetli de olsalar, bir takim sirketler, karlarini arttirmaktan ve üretim sekillerini ve ürünlerini kökünden degistirmeden, tüketicilerin vicdanlarini rahatlatmaya yönelik, ve kendilerini varetmeye devam edebilmek için sürdürebilir kalkinma projelerinden bahsediyorlar. bir de üçüncü dünya ülkelerinin durumu var. çin'de ya da hindistan'da henüz arabasi olmamis ve giderek zenginlesen orta siniflar, tabii ki araba satin almak isteyecekler, ekolojikaraba degil, avrupa piyasalarinda artik satilmayan bildigimiz kirletici arabalari satin alacaklar. yani, üretim seklimizi degistirmek, kisisel olarak çabalamak, tüketim anlayisimizi degistirmek belki vicdanimizi rahatlatir, ama dayanisma ve ortak eylemlerin, kitlelerin aktivizminin etkileri kadar kuvvetli olamayacaktir. tabii bu kitlelerin nasil örgütlendigi de önemli, eskisi gibi kemiklesmis, dogmatik ve hiyerarsik yapilar mi yoksa daha cok aglar üzerinden isleyen, bireyin yaraticiligini ve insiyatifini öne çikaran, daha yeni eylem pratiklari mi? bunlarin hepsi kafamdaki sorular.mikropolitiklerin kitlelere yayilmasini nasil saglayacagiz?
çok ilginç bir tartisma konusu aslinda, benim de zihnimi açiyor, istersen otekiokumalar'a yollayip, biraz brainstorming yapalim, ya da en azindan kendi aramizda tartismaya devam edelim.Gunce






Merhaba Günce..Orada bahsettigim eylem bicimiyle ilgili... bu aralar gercekten aktivizm ve eylem pratikleri uzerinde dusunuyorum da.. sadece politik söylem ureterek, politik yazarak, dusunce ureterek, politik guncel sanat urunleriyle ve sokakta yapilan eylemlerle bir yere varilabilecegine inanmiyorum. bunlar tabi ki de yapilmali. ama insanlar hayatlarinda bir seyleri degistirebilmeyi, sahip olduklari ayricaliklardan vazgecmeyi goze almadikca bir sey degismeyebilir.buraya nereden vardim.. bir mimar var Rem Koolhaas diye. cok ünlü, akıllı, uretken, arastıran, cagdas kultur, ekonomi uzerine harvarda ogrencileriyle, hollandada kurduğu think tank AMOyla ciltlerce kitap yazan, analiz yapan bir adam. bunu 1970lerden beri durmadan yapiyor. ama bi yandan da Pradanın en prestijli mağazsını tasarlıyor, çinde devasa tv binasını gökdeleni, sadece yerçekimine nasıl meydan okuduğunu ispat edebilmek için, güç ve para temsilleri, kendi deyimiyle "arzu nesneleri" inşaa etmeye devam ediyor. yani bu adam uç bir örnek ama bence bazı entellektüellerin ve aktivistlerin kısır döngüsünün bir örneği..
diger yanda Arundhati roy var, bu kadın mimarlık egitimi almış fakat mimarlık yapmayı seçmemiş, çünkü mimarlığın sadece kapitalist sisteme mahkum olduğunu ve başka türlü bir pratiğin mümkün olmadığnı düşünüp kendini sadece yazarak ve araştırarak politik aktivizme odaklamış.
biri daha var.. Shigeru Ban, japon bir mimar ve gerçekten insanlara sisteme dahil olmadan farklı bir mimarlığın mümkün olduğunu gösteren işler yapıyor. yaratıcılığını parlak yüzeyler, pahalı malzemelerle arzu nesneleri yaratarak değil, çok basit fakat orijinal fikirler üreterek yapıyor. ve rem koolhaastan da Arundathi roydan da çok daha az söz söylerek pratikte daha byük bir değişim sağlıyor. rem koolhaas kadar çok para kazanamıyor ve egosunu tatmin edemiyor tabi ama işte gerçek bir aktivizmin odak noktası da bu sanırım. bir şeylerden vazgeçmek ve politik eylemi bütün yaşamımıza yedirmemiz gerek. ve elimizdeki araçları, mesleklerimizi arundathi roy gibi bırkarak değil onları Shigeru Ban gibi dönüştürmenin yollarını bularak. neyse bu benim kişisel olarak kendi mesleğimle ilgili duyduğum rahatsızlıkla ilgili, fakat işte artık galiba devrim ya da değişim denebilecek şeyin böylesi mikropolitiklardan geçtiğine inanıyorum. Melodi